2 Mart 2002 Cumartesi

Karadeniz Ereğli’ de Birkaç Gün

Uzaklaşmalıydım diyordum, uzaklaşmalıydım. Sessiz , sakin ve kafamı rahat toparlayacağım bir yere gitmeliydim. En sonunda ablam beni çağırdı. Bu fırsatı kaçırmak istemedim. Terminalde otobüse bindim. 16 numaralı koltukta oturdum. Cam kenarı 17 numara boştu. Merak ediyordum, yanıma gelecek kişiyi. İster istemez hayal kuruyordum: Çok güzel bir bayanın ,bana yaklaşıp “Pardon , yanınızdaki koltuk 17 numara mı?” diyecek ve ben de “evet” deyip oturması için yol verecektim.” Oturduktan sonra, onun şampuan reklamlarındaki kadınlar gibi saçlarını savurarak bana doğru bakmasını ve bana ilk sorusunu sormasını bekleyecektim: “Nereye gidiyorsunuz?”... Kendime geldiğimde hayatın gerçekleriyle karşılaşıyordum. Koltuk boştu.... Dışarıda yaşlı bir adamın birine tutunmuş ,ağır ağır yürüyordu. Durumuna acıdım. İçimden “ya bu adamla seyahat edecek adama da acıyorum” dedim.
Sonra yaşlı adamı otobüsüme bindirdiler. Kafamı koltuğa yaslamış, kalkış saatini bekliyordum. Yaşlı adama yardımcı olan adam “17 numara ,17 numara neresi?”diye soruyordu muavine. Bende emin olmak için defalarca koltuk numarasına bakıyordum. Ne yazık ki 17 benim yanımdı! Yanıma geldiler. Yaşlı adam yakından bakıldığında içler acısı görüntüsü vardı. Kısa boylu, biraz kambur, köylü şapkası takmıştı... yolculuğu çıkaracak gücü yoktu görüntüsünden. Yaşlı adam tek başına yolculuk edecek ve üstelik prostat hastası... genç adam bana , Alaplı Köprüsü’ne kadar yaşlı adama iştirak etmemi istedi. Ama ne cevap vereceğimi düşünene kadar, otobüs çoktan yola koyulmuştu bile!
Şoke olmuş vaziyette iken yaşlı adam ilk şikâyetini beyan etti. Onca yol gittikten sonra, saatinin yokluğunu fark etmiş ve “Saatım, saatım... yoh...Evda unuttum...” Kaptana seslenmek istese seslenecek, “Geri dönüp saatimi alacam!” Devamlı tekrarlayınca da ,bende “Yok artık geri dönemezsin, kaldı orda!”dedimse de,“Nââ!....” beni duyamamıştı, şaşırmadım. Kulaklıklarımı taktım. Yaşlı adamın sadece ağzı oynuyordu! ... daha sonra sesi çıkmadı. Gölcük’te mola verdik. WC de işi olup olmadığını defalarca sorup, emin olmak istemiştim! Yok diye işaret etti, kafasını oynatarak. Dışarıda her şey çok güzeldi. Tuvalete gittim. Ama nedense bir türlü ihtiyacımı giderememiştim. Çünkü Bolu’daki dinlenme tesislerinde yaşlı adamın tuvalette işi olacağı belliydi. Gerçi 5 saatlik yolculuk bunu gerektirirdi sonuçta. Orda kendi işimi yaparken adamı kontrol etmeliydim. O yüzden orda yapmak yerine şimdiden benimkini halledeyim demiştim ama olmadı. WC işini Ereğli’de yapacaktım demekti. Arabaya bindim.
Üç saat sonra Bolu’daki dinleme tesislerine geldik. Yaşlı adama “Tuvaletin var mı?” dedim. Yaşlı başıyla yok diye kafasını salladı. Yine sordum, cevap yoktu. İçimden “iyi ya” dedim. Kalkıp giderken “Tuvalete gidecam!.. tuvalete gidecam...” diye söylenmeye başladı. “Eyvah!” dedim. Kolundan tuttum. Çok ağır yürüyordu. WC ler çok yakındaydı Allah’tan. Tuvalete girdi. Bende hemen işimi yapıp, çıktım. Belli olmaz bir mucize olur, yaşlı adam benden erken çıkıp gidebilirdi.... adam içerdeydi. İniltiler ona aitti. Dakikalar ilerledikçe, 15 dakikalık mola neredeyse bitmek üzereydi. Kapıya vuruyordum. Otobüs gidecek diye ikaz ediyordum: “Na var!” diye karşılık veriyordu. En sonunda çıkmıştı ve hemen gidip parayı verdim. Yaşlının kolundan tutarak giderken, otobüsün hareket ettiğini fark ettim. Kaptana işaret ettim ve kapıyı açtı. Yaşlıyı göstererek durumu anlattım. Yaşlı adam tam otobüse binecekken fark ettim: Adamın pantolonu sırılsıklam olmuş, üstüne üstlük de boklarını bulaştırmıştı. Kaptana “bu adam binemez bu şekilde” dedimse de, yaşlı adamı arka kapıdan bindirmeye çalıştım. Kaptan endişelenmişti. “Koltuklara bulaştıracak, arkadan binsin”. Yaşlının kolundan çekmeye çalışıyordum. İlla önden binmeye çalışıyordu: “Çekma! Binecam!” dediyse de yaptı. Herkes şaşkınlıkla bakıyordu bize. Tam oturacağı sırada , onu arkaya doğru götürdüm. Muavine de gazetenin üstüne oturması gerektiğini anlattım. Yolcular bana “Bu adam bu vaziyette yolculuğa çıkarılır mı?” diye sordular. Bende “bu adamı tanımıyorum. Alaplı Köprüsüne kadar bakmamı isteyip, gittiler, ben ne yapayım?” dedim. Onlara teslim ettim. Yerime vardığımda, 17 numaralı koltuğun fena halde sulanmış olduğunu gördüm. Ayrıca da kokuyordu. Muavine de söyledim. Diğer cam kenarına , boş bulunan koltuğa geçtim.
Bir saat boyunca da Karadeniz’in görüntüsü eşliğinde, başımı cama yaslayıp derin düşünceler içinde , karşıma daha neler gelebileceğini kara kara düşünerek Ereğli’ye vardım.
( 9 Mayıs 1998 )

Hiç yorum yok:

Photoshop Magazin dergisinin Ocak 2008 kapağı. Aradan on yıl geçmiş. O güne kadar Deviantart dışında resim yüklemiyordum. Photoshop Maga...